KAYSERi Valisi Şehnmus Günaydın, Kayseri’deki görev süresinin üçüncü yılına girdi.
 
Vali bey geldiği günden itibaren bazı konularda çok hassas olduğunu gösterdi. Mesela sigara konusunda tavizi yok. Uyuşturucu konusundaki çabaları görmezden gelinemez. Özellikle de milli eğitim camiasındaki “keşmekeşliğe” olan isyanını ilk günden itibaren gösterdi. “Arı kovanına çomak sokar” misali “kangrenleşen” yerlere el attı. Ama bu birilerinin hoşuna gitmedi. Vali beyin üzerine oynadılar, gitmesi için çok çalıştılar. Başaramadılar.  Şimdi pandemi sürecinde vali beyin yapmak istediklerini “sabote” etmeye çalışan birileri var. Umarım bunlar da en kısa zamanda yanlış yaptıklarını anlarlar. Yoksa zaten kimin ne yaptağını vali bey gün gelir hesabını sorar. Benden hatırlatması.
 

Aslında bu şehir mahsum!

 
NEDiR bu başımıza gelen? 
 
Genellikle sorulamayan soru budur, çünkü başımıza gelenle başımıza geleni bildiğimiz için bu sorunun cevabı yoktur. 
 
Bu nedenle travmatik bir şeydir nostalji. 
Başına geleni bilememenin yarattığı bir duygu.
Örneğin “Kayseri geçmişte ne güzeldi, şimdi bozuldu” sözü...
Yalan mı? 
 
Kayseri çok yakın bir geçmişte doğasıyla, yerleşim dokusuyla, binalarıyla harika bir yerdi. Çalışanların işlerini bildikleri, insanların birbirine saygı gösterdiği... 
 
Bugün şehir haksız kazançların, kaosun merkezi olmuş durumda. 
Peki ne değişti? 
 
Bu soru aynı zamanda değişimi anlamaktaki zorluğu gösterir;
Kimilerine göre Kayseri bozulmuştur çünkü yöneticiler kötüdür, yanlış işler yapmıştır. 
Kayseri bozulmuştur çünkü nüfus artmıştır, şehre eğitimsiz insanlar gelmiştir, onlar yüzünden başıbozukluk hakim olmuştur, vesaire.
 
Bu yaklaşımların çoğunda şehir istenirse “bir çırpıda” düzeltilecek bir nesne gibi anlam kazanır.
Aslında bunda bir tuhaflık yoktur. 
 
Şehir bir nesne olarak tahayyül edildikçe, ki dediğim gibi bunda bir sorun yoktur herkes bunu yapar, ama birileri bunu herkes adına yapar, işte o zaman tehlike ortaya çıkar. 
 
Çünkü kamusal konumları itibarıyla herkesin, her zaman yaptığını yaparak herkesi “taklit etmeye” başlar. 
“Müşterek olanı kendisine mal eder, gasp eder.” 
 
Bu durumda şehrin, taşların, sokakların hakları ellerinden alınır. 
Hırs, ihtiras ve “sahip olma” isteği bir çok yöneticinin başını döndürür.
 
Öyle ki; bir şehirde o şehri yönetenlerin “koltuk sevdaları” bir ömrü kapsıyor ve asıl yanlış bundan sonra başlıyor.
 
Zamanı gelir o şehri “şahsi malı” gibi görür.
Üçüncü kişilere “söz hakkı” tanımaz.
Yeri gelir yaşam hakkını elinden alır.
Kültürel yozlaşmadan tutun da etnik ayrımcılığa kadar gider.
Elbette bunların tamamı bu şehri yönetenlerin suçu değil.
Çağa ayak uydurmak adına “geçmişini bilmeyen” gelecek nesillerin “sanal bir dünya” oluşturmasından kaynaklanıyor.
 
Siz son dönemlerde “Bu Suriyeliler ne zaman gidecek?” diyeni gördünüz mü?
Ya da; “devlet onlara şunu yapıyor, bize zırnık koklatmıyor” diyeni?
Hayır!
 
Çünkü; içimizde oluşturduğumuz “sanal yaşamın” gündemi her geçen gün biraz daha değişkenlik gösterip, kutsallarımız (!) giderek farklılaşıyor
Ötekileşiyoruz, kendi kendimizle.
 
Uzun lafın kısası; yer yüzündeki bütün kötülüktlerin sebebi insanoğludur...