KORONAVİRÜS birçok insanı olduğu gibi beni de “karantina” sınırlarından içeri aldı.
Öyle olunca yazmamak olmazdı.

Bugün beşinci gün oldu.

Şükür, yaramaz bir durum yok.


Bu illetten veya başka hastalıklardan dolayı hastane köşelerinde, evlerinde sıkıntı yaşayan tüm hastalara Allah’tan acil şifalar diliyorum.

Peki nasıl geçiyor, adına hashtag açılan bu “karantina günleri”?

Bir kere dışarıdan bakmakla, üstüne romantik dizeler dizmekle olmuyor bu iş. 
Çünkü dışarıdan bakmakla yaşamak aynı şey değil. 

Hiçbir rahatsızlığınız yokken, çıkacağınızı bilseniz de bilmem kaç metre kare evin içinde hapsolmak dışarıdan bakıldığı gibi değil.

İliklerimize kadar hıza alıştığımız hayatın içinde yavaşlığı ve sabrı kaldırmıyor bünye.
Ben pozitif olmadığım için temas sorunum olmadığından dolayı pozitif olanlarla kıyaslayamam elbette durumumu ama yine de özgür olmadığınızı bilmek can sıkıcı.

Güzel yanları da yok değil; ailenizle bol bol sohbet şansı yakalıyor, aile olduğunuzu hatırlıyorsunuz.
Çocuklarınızla kâh kahkaha kâh kavga hayatın tadını çıkarıyorsunuz.

Çocukları izlemek insana ayrı bir zevk veriyor. Ufacık yaşına rağmen dünyada hava durumunu takip etmediği ülke bırakmayan, ülkeler arasındaki savaşlara kadar hemen hemen her gün bir savaş hikayesini anlatmaktan bıkmayan Salih Sabri’nin fevriliği ile Hamza Rıza’nın ona karşı dik duruşunu ve sürekli “Salih o öyle değil böyle. Çünkü; sen bilmiyorsun babam biliyor...” demesini izleyerek geçiyor karantina gündüzlerim. 

Çocukların masumluğu insanı dinginleştiriyor. Allah onları başımızdan eksik etmesin.
Ama gerçekler bu kadar iç açıcı değil. 


Geçenlerde Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, her hastaya acil ekipleri ulaştığı, kendinden şüphelenen hastaların ambulansla hastaneye taşındığı, evde karantinada tutulanların sağlık ekipleri tarafından kontrol edildiğine dair bir tweet paylaştı. 

Sonrasında her ilde böyle uygulamalar görmeyi umduklarını söylese de, gerçekten de her ilde böyle uygulamaların olmadığını anlıyorsunuz karantina günlerinde. 

Beş gündür bize uğrayan bir filyasyon ekibi göremedik mesela.

İlk gün edilen bir telefonda “Sonucunuz pozitif çıktı. Bu saatten sonra bir yere çıkmıyorsunuz. Yarın doktor gelecek. Size ilaç getirecek...” sözleri ve ertesi gün gelen iki sağlık çalışanının, asansörün kapısından “Bu ilacı kullansın” diye uzattığı 10 tabletlik bir sıtma ilacından başkasını da göremedik…

Kiminle temas ettin, kiminle oturup kalktın.

Kimle yedin içtin, hiç bir soru yok. Sonra da, hastaların önceden 7 isim verirken şimdi 3 isim vermesinden şikayet ediliyor. 

Hakkını yemeyelim gerçi, sağlık ocağından da, “İstirahat, işgörmezlik raporunuzu hazırladık, lütfen aldırın. Hafta sonuna denk gelecek, iki gün alamazsınız.” dediler.

Yani durum yetkililerin mikrofonlara anlattığı gibi değil.

 Ya ekipleri tarafından yanlış bilgilendiriliyorlar ya da gerçekten bu uygulamaları yapacak ekip yok da olması gerekeni anlatıyorlar. 

Derdim bağcıyı dövmek değil ama herkesin son zamanlarda ortak dile getirdiği bir şey var ise vaka sayılarının artmasından yalnızca vatandaşın sorumlu olmadığının bilinmesi lazım.

Sadece maske takmayan vatandaşlara seslenmekle de bu işin sonunun gelmeyeceğinin bilinmesi lazım. 
Bu illetten kurtulacaksak, herkesin görevini yerine getirmesi gerektiğini bilmesi lazım.

Evet, sağlık çalışanlarının işi gerçekten çok zor. Ama ekipler yetersiz ise bunun çaresinin yetkililer düzeyinde bulunması lazım. 

Birileri tepedeki isimleri yanlış bilgilendiriyorsa da o zaman gerekirse tebdil-i kıyafet uygulaması lazım. 
Ben gazeteci olduğum için karantinada da olsam sesimi duyurabiliyorum, ya duyuramayanlar…
Çok sayıda insanın benim anlattıklarımı yaşadığını biliyorum. 

Evet bizler vatandaş olarak görevimizi yerine getirelim ama yetkililer de devletin elinin her daim üzerimizde olduğunu, dolayısıyla “vatandaş” olduğumuzu hissettirsin…

Eskiden mektupların son satırlarında büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öpülürdü…

Ben de benim gibi karantinada olanlara, hastanede yoğun bakımda kalanlara acil şifalar diler, devlet büyüklerinin kulaklarına “kar suyu kaçırdığımı umarım…”
Sağlıcakla kalın…