11 İlimizi kapsayan Büyük Deprem Felaketi olduğu sırada, iş nedeniyle yurt dışında bulunmaktaydım. Dolayısıyla, felaketin boyutunu ancak birkaç gün sonra algılayabildim.
Herkes gibi, bizim de üzüntümüz sonsuzdur. 1992 Erzincan depreminde, SSK Hastanesi lojmanlarının yıkılan enkazının altından ailece çıkan bir depremzede olarak, depremin yıkıcı etkilerini bizzat yaşamış olanlardan birisiyim.
Halen, deprem konusuna yaklaşımla ilgili herkes farklı bir tavır ortaya koyuyor. Bunlardan bir kısmı, beni fazlasıyla üzmektedir.
Bu nedenle, olabildiğince objektif kalmaya çalışarak görüşlerimi açıklamak istiyorum.
- Çok Fazla Bilgi Kirliliği Yaratılıyor
- Tarafsız ve Objektif Olamayan Kesimler De Bilgi Kirliliğinin Yayılmasına Katkı Sağlıyor
Bu durumu görmek de son derece üzücüdür.
- Depremin Boyutu Devasa Ölçüdedir
Öncelikle, bu boyutun ve şiddetin farkına varmamız gerekmektedir.
- Başlangıçta Organizasyon Bozukluğu Olması Doğaldır
Bu süreç de, doğal olarak bir zaman alacaktır. Bu arada, organizasyonsuzluk, başıbozuk davranışlar, güvenlik sorunları ve yağma gibi olayların da olması muhtemeldir. Nitekim de olmuştur.
- Giderek Organizasyonun İyileştiğini Gözlüyoruz
Zaten beklenen de budur.
- Esas Olan Devletin Güçlü Olmasıdır
1999 depreminde Ecevit koalisyon hükümeti görevdeydi, bugün ise Erdoğan hükümeti görevdedir. 1999 depreminde Ecevit hükümeti elinden geleni yapmaya çalışmıştı, bugün de Erdoğan hükümeti elinden geleni yapmaya çalışmaktadır.
Bizim için asıl olan hükümetler değil, devletin kendisidir. Çünkü hükümetler geçici, devlet ise kalıcıdır. Ecevit fani oldu, bir gün Erdoğan da fani olacaktır. Hiçbirimiz bu dünyada kalıcı değiliz. Erdoğan yerine, herhangi birimiz de Devlet Başkanı görevinde olabilirdik. Hangi birimiz olsa, en iyisini yapmaya çalışırdık.
Bu nedenle, olaylara kişi odaklı değil, devlet odaklı bakmak gerekmektedir.
Doğrusu, bugün için devletimizi kim temsil ediyorsa, sonuna kadar devletin ve çalışan yöneticilerin yanında ve destek olmamızdır.
Türkler için devlet hep kutsal olmuştur. Türkler bugüne kadar her dönemde özgür ve bağımsız kalan dünyadaki nadir milletlerden birisi olmuşlarsa, bu durumun baş nedeni, devleti hep temel ve kutsal görmeleri, her şeyin üstünde tutmaları sayesindedir.
Bu nedenle;
“Ya devlet başa ya kuzgun leşe”
“Devleti yaşat ki, millet yaşasın”
Atasözlerini nesilden nesile aktarmışlardır.
Tüm bu nedenlerle devletimize sımsıkı sahip çıkmak, güçlü kalmasını sağlamak ve yıpratmaktan kaçınmak durumundayız.
- Temel Bir Doğru: Organizasyon Tek Elden Yapılmalıdır
Görüyoruz ki, yerli ve yabancı yüzlerce yardım kuruluşu Maraş depreminde bölgede görev yapmaktadır. AKUT’tan Türkiye Komünist Partisi’ne kadar, birçok belediye ekiplerinden, birçok yardım kuruluşuna kadar, 70 ülkeden gönderilen onlarca ekibe kadar çok sayıda yardım kuruluşu bölgede görev yapmaktadır.
Ancak tüm bunların koordinasyonunu AFAD yapmaktadır.
Amatör dernekler ile AFAD’ı bir arada değerlendirmek, devletin organizasyonuna saygı göstermemek anlamına gelmektedir.
74 ülkeden gelen tüm yabancı ekiplerin toplam mevcudu 9000 kişiyi bulmaz iken, AFAD’ın 120.000 görevlisi gece gündüz sahadadır.
1999 depreminde AKUT, ilk defa adını duyuran bir kuruluş idi ve çok da önemli bir görev yüklenmiş idi. Ancak AKUT, gönüllülerinden oluşan bir dernek niteliğindedir. Zaten daha profesyonel, devletin gücüne dayalı ve daha organize bir kuruluş gerektiği farkına varılarak, 2009 yılında AFAD (Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı) kurularak göreve başlamıştır.
Doğal olarak, tüm çalışmaları da AFAD koordine etmek durumundadır.
- Uluslararası Destek Oldukça Güçlüdür
En azından maddi olmasa da, manevi destek oldukça güçlü görünmektedir.
Özellikle eski Göktürk, Selçuklu ve Osmanlı coğrafyalarında, halen yaşamakta olan Türk kökenliler ve Türklerle binlerce yıllık tarihi paylaşmış ve halen Türkiye’ye umut ve sempati ile bakan ülkelerde, halk arasında gerçekten bizleri duygulandıran ve gözlerimizi yaşartan yardım kampanyalarının düzenlendiğini görmekteyiz.
Şuna emin olunuz ki, dünyada birçok ülkede Türkiye algısı ve Türkiye’ye duyulan sempati, Türkiye’de birçok insanın sandığından çok daha fazlasıdır.
Ülkemizin acısının, geniş ölçüde paylaşıldığını gözlüyoruz. Özellikle de Asya coğrafyasında, Ortadoğu ve Balkanlarda. Ve bazı dost Avrupa ülkelerinde. Emperyalist Batı Ülkeleri hariç.
Örnek olarak kardeş Azerbaycan, 1. günden yardıma koşmuş durumdadır ve 750 kişilik yardım ekibi ile en geniş ekibe sahiptir.
Halen, 74 ülkeden 9000’den fazla ülkenin yardım ekipleri bölgede yoğun şekilde çalışmaktadır.
Bu katılım, muhtemelen benzer depremler için en geniş çaplı katılımlardan birisi durumundadır.
Aynı zamanda bu çapta katılım, Türkiye’nin önemsenmesi yanında, Türkiye’ye duyulan sempati ile de ilişkilidir.
Tabii ki bu arada, Fransa’dan Charlie Hebdo gibi marjinal ve sapık yaklaşımları da kapsam dışında tutmak gerekecektir.
Buna onurla yanıt veren Filistin’li kızın çizdiği karikatürü de örnek bir davranış olarak gözlüyoruz.
- Türkiye Bu Felaketin Yaralarını Da Saracaktır
Ben, inşaatların yapılacağı ve barınma sorununun uzun olmayan bir sürede çözüleceği kanısındayım.
Konut yapımı, Türkiye’nin en güçlü olduğu alanlardan birisi durumundadır. Türk müteahhitlik firmaları, şu anda dünyada Çin’den sonra en güçlü ikinci ülke durumundadır.
Muhtemelen, 1-2 yıl içinde yeni konut sorunu çözülecektir.
- Bölgenin Konut Stokunun Yenilenmesi Bir Fırsat Olacaktır
En azından bölgede yaşayan gelecek nesiller, depremlere karşı daha güvenli konutlarda oturur hale geleceklerdir.
Her olaya olumlu yönünden de bakmak durumundayız. Ancak böylelikle, acı kayıplarımızı bir ölçüde kazanca çevirebiliriz.
- İstanbul Gibi Bölgelerin İşi Daha Zor Durumdadır
Bu tür şehirlerde, yerleşik eski semtlerde konut stokunu yenilemek oldukça zor durumdadır ve yapıların büyük çoğunluğu yıkıcı depremlere karşı dayanıksız durumdadır.
İstanbul’un en büyük şansı, beklenen depremin geç olması, fay hattının şehrin büyük bölümünün uzağından ve denizden geçmesi, ayrıca beklenen deprem şiddetinin çok yüksek seyretmemesi olabilir.
Ben de bu konuda iyimser olanlar tarafındayım.
- Karşıt Görüşler Olması Doğaldır
Tarih boyunca çeşitli milletlerin, etnik grupların, dillerin ve dinlerin hem bir arada olduğu, hem de sürekli çatışma halinde olduğu bu topraklarda, karşıt görüşler olması son derece doğaldır.
Bu ülkenin vatanseveri çoktur. Ancak haini, piyonu, bozguncusu, işbirlikçisi de az değildir.
Bizleri umutlu kılan, vatanseverlerin genelde üstün gelmeleridir.
- Asgari Müştereklerimizi Çoğaltmak, Birliğimizi Güçlendirmek Durumundayız
Bu ülke her zaman güçlü olacak ve ayakta duracaktır. Önemli olan, bu konumu az hasar vererek ve en az tahribatla yerine getirmesidir.
Onun için de birbirimizi eleştirmeden önce iyi düşünmemiz ve empati yapmamız gerekmektedir.
Her konuya sorumluluk alarak yaklaşmak durumundayız.
Acımasızca eleştirmek yerine, “Acaba aynı konumda ben olsaydım ne yapardım?” diye düşünerek, konunun çözümünü de düşünmek, karşı tarafı anlamak için en iyi yöntem olacaktır.
- Doğrular Her Zaman Galip Gelecektir
- Yıkıcı Sloganların Değil, Umudun Peşinden Gitmeliyiz
Ortaya bir proje, bir program ve en önemlisi bir umut koymayan hiçbir hareket başarılı olamaz.
İnsanlar umudun peşinden giderler. Yıkımın değil.
Bu nedenle, umut veren programlar üretmek, her zaman daha iyisini yapmak durumundayız.
- Sonuçta Hayat Devam Etmektedir
Kaybettiğimiz kardeşlerimizi toprağa vereceğiz.
Kalanlara sahip çıkarak, daha güvenli yaşamlar için adımlar atacağız.
Depremlerine rağmen, etrafındaki savaşlara rağmen, bu güzel ülkeyi kimse terk etmeyecektir.
O halde, hep birlikte çevremizi daha iyi ve daha yaşanır hale getirmeye çalışmaktan başka bir yolumuz görünmemektedir.
- Toplumlar Bir Süreç İçinde Önlem Geliştiriyorlar
Toplumlar bir günde önlem geliştiremiyorlar.
Toplum düzeyinde yaygın önlemler geliştirmek, tamamıyla bir kültür sorunudur. Ortak toplum bilinci sorunudur.
Bugün İtalyan uzmanlar da benzer şeylerden yakınıyorlar. Yeterli önlemler alınmadığını belirtiyorlar.
Japonya bu duruma bir günde gelmemiştir.
Onlar da kayıp vere vere ölmemeyi ya da daha az kayıp vermeyi öğrendiler.
Daha 100 yıl önce, 1923 Tokyo depreminde ölen insan sayısı 100.000 kişiden fazladır.
Daha sonra, çok yakında 1995’te Kobe depreminde 6400 ölüm gerçekleşmiştir.
Bundan sonra önlemleri artırdılar ve depreme daha dayanıklı teknolojiler gerçekleştirdiler.
Türkiye’de de, adım adım benzer gelişmeler olmaktadır.
1939 Erzincan depreminde 33.000 kişi öldü. 1992’deki depremde 653 kişi öldü. Ancak bundan sonra alçak katlı yapılara geçildi. Muhtemelen, bundan sonra deprem olsa bile çok daha az kayıp verilecektir.
Türkiye’nin diğer bölgelerinde de hem yasal önlemlerle, hem de halkın da bilinçlenerek olaya katılımıyla, daha alçak katlı ve depreme dayanıklı konut üretimi ve uygun teknolojilerle, bu güzel ülkemizi adım adım daha yaşanır hale getirmek durumundayız ve inanıyorum ki de getireceğiz.
Ancak, bunun bir süre alacağını unutmayalım.
İnşallah bu deprem, bu konuda bir milat olacak ve ortak toplum bilincinin gelişmesiyle, şehirlerimiz depreme daha dayanıklı hale gelecektir.
Prof. Dr. Paşa Göktaş
İstanbul Develi ve Yöresi Kültür Dayanışma derneğimize her zaman maddi ve manevi katkıları olan hocamıza desteğinden ve bu güzel anlamlı yazısından dolayı teşekkür eder, saygılarımı sunarım.