5.BÖLÜM

Kurmel Ailesi ve Zilemiz (5.Bölüm)

Muhtar Mevlüt Çavuş ve Öğretmen Ahmet Yıldırım

Muhtarımız Mevlüt Çavuş:

Zile’de muhtarımız da Mevlüt Çavuş (Uzel) adında birisi. Okula sıra, masa yaptıracağım, bütçenden bana para ayırabilir misin? Dedim. - “Her türlü yardımı yaparım. Dedi.

Okulda üç tane derslik var, ikisini tabanı tahtalı, bir tanesi tahtasız. Tahtasız olan sınıfa atölye kurdum. Getirdiğim kerestelerden basit bir tezgâh yaptım. O zaman Enstitüde hangi sanat dalından mezun olursanız o sanata göre alet edevat verirlerdi. Bana da her türlü marangoz aletlerini verdiler. Rendesi, planyası, küsteresi, keseri, bıçkısı her şeyi verdiler. Beşinci sınıf çocukları o zaman daha iri yapılıydı. İşçi olarak onları çalıştırıyorum. Kimisine testere ile kestiriyorum, kimisine rende ile planya ile sildiriyorum. Böyle birkaç tane tezgâh kurduk. Ben de yönlendiriyorum. Vallahi on beş gün sürmedi, hem dersimizi yaptık hem de 300 kişilik yeni sıra yaptık. Böyle, her sırada üç kişinin oturacağı şekilde oturak, önünde yine üç kişinin rahatça çalışacağı hafif öne meyilli masalar yaptık. Gözlerini yaptık. İhtiyacımız kadarını sınıflara yerleştirdik. Fazla olanlarını da bodrum kattaki depoya kaldırdık. Böylece okul pırıl, pırıl oldu. Çocuklar yere oturmaktan kurtuldu. Kimisi post getiriyor, kimi bir çaput parçası getiriyor, kimisi de kuru tahtaya oturuyordu.

O tahtasız sınıfın tabanını da tahta kapladık. Okul çiçek gibi oldu. Ahmet Yıldırım yine gidip geliyor, aradan bir ay geçti okula Muhittin Aldık diye bir Bakanlık müfettişi geldi. Okuldan Hilmi Tezcan diye Kayseri'den ilköğretim müfettişi var, Develi Kaymakamı var, Emir Güler diye de bir müdür muavinimiz vardı. Böylece beş altı kişi okula geldiler.

Öğretmen Ahmet Yıldırım:

- “Efendim başöğretmenliği bunlara vermişsiniz, bunlar ne anlar başöğretmenlikten?" Dedi. ”Bir de bunlar beşinci sınıfları okutamazlar.” Dedi.

Ben de o günlerde Gazi Eğitim Enstitüsü’nün matematik bölümünün sınavlarına çalışıyorum. Pencerenin önünde dört beş tane yüksek dereceli matematik kitabı var.

Müfettiş Hilmi Tezcan onları görmüş, ”bunlar kimin?” dedi. Ahmet Bey beni gösterip "arkadaşın” dedi. Ahmet beyi ve beni ayrı ayrı masalara oturttu. Kitaptan bir problem sordu.

İkinci dereceden cebirle çözülecek bir problem. Baktım, benim daha önce çözdüklerimden birisi. Çünkü çözdüğüm problemlere işaret koyuyordum. Problemi yazdırdı, ben hemen cevabı yazıp şuraya koydum.

Beni yetersiz bulan Ahmet Bey bocalayıp duruyor. Müfettiş ”arkadaşına bak da biraz yardım et” dedi. Baktım, ”o yolla çözemezsin Ahmet Bey." dedim. ” onun bir çözüm yolu var, fare yolu gibi. O yoldan gitmen gerekir." dedim. Ahmet Bey, işte ben heyecana kapıldım, şudur, budur... Dedi.

Bakanlık müfettişi arkadaşa " Büyük lokma yutulur, büyük laf yutulmaz “dedi,  "Meslektaşına bir daha böyle davranma." dedi, ”Kemerin altında el yatar, seni burada böyle mars eder!” dedi. ”Sen meslektaşınla nasıl konuşuyorsun, sen de meslek terbiyesi yok mu !” dedi...

Sonradan Ahmet Yıldırımla arkadaş ve ahbap olduk. Ben zaten o köyün yerlisiyim, ben ona her zaman iyi davrandım, yardımcı olmaya çalıştım. Böylece iki sene birlikte çalıştık, iki sene sonunda tayin olup Develi'ye gitti.

Bir Ara Beş Sınıfı Birden Okuttum:

Bir ara üç öğretmen olduk, bir ara dört öğretmen olduk, bir aralık yalnız kaldım, beş sınıfı birden okuttum. Okuttuğum o talebelerle bugün gurur duyuyorum. O köyde çok kabiliyetli çocuklar vardı. Bugün her biri bir yere geldiler. Orada, kendi köyümde beş yıl çalıştım. Beş yılın sonunda beni Kayseri/Hisarcık İlkokulu’na verdiler. Verdiler ama Hisarcık benim tercihim değildi. O günlerde Hisarcık’taki okulda bir takım olaylar olmuş, müfettişler de ”buraya Mustafa Kurmel’i getirelim" demişler. Hisarcık’ta iki yıl çok iyi çalışmalarımız oldu. Ondan sonra askere gittim. Askerliğim Polatlı Topçu Okuluna düştü. Okulda Paşa, herkese hangi okul mezunu olduğunu soruyordu.

"Köy Enstitüsü mezunuyum" lafını duyunca Paşayı sanki bir titreme tutuyor, adam sinirleniyor, deliriyor!  Zavallı arkadaşlarımın bir kısmı Enstitü mezunu olduklarını saklıyorlar! Sıra bana geldi, "Nere mezunusun?” dedi,  “Pazarören Köy Enstitüsü mezunuyum” dedim.

Bana ”siz, amal-ı erbayı bilir misiniz?” diye sordu. Amal-ı erba dediğiniz, bildiğimiz dört işlem değil mi' dedim. Evet dedi. Bunun üzerine "Madem ki burası matematik kültürü ister diyorsunuz, Burada Yüksek Öğretmen Okulu hariç diğer enstitü mezunları dahil kim varsa matematikte onunla yarışmaya hazırım Paşam. " dedim.

  "Köy Enstitülerini öyle sıradan okullar olarak görmeyin." dedim. "Köy Enstitülerinde matematik dersi, fizik dersi, kimya dersi okutuldu hem de iyi hocalar tarafından okutuldu. Varsa benimle yarışacak ben hazırım.” dedim.- Paşa:  bravo, memnun oldum dedi...

Askerden Sonra Kayseri’ye Tayinim Çıktı:

Askerden geldiğimde Kayseri maarif müdürü Hüsnü Dikeçli idi. Ağabeyim milletvekili olduğu için benden biraz çekinirdi. O sıralar bir arkadaşım Sefa İlkokulun’da müdürlük yapıyordu. Sefa İlkokulu’na yakın bir yerden de ev tutmuştum. O yüzden Sefa ,İlkokulu’nu istedim. Müdür de tayinimi hemen yaptı. Ahmet Paşa İlkokulu ile Kadı Burhaneddin iç içeydi. Kadı Burhanettin okulunun müdürü de Mehmet Fevzioğlu'ydu. Ben de sonradan Mehmet Fevzioğlu'nun okuluna geldim. Daha sonra müdür olarak beni Salih Avgun Paşa İlkokulu’na verdiler. Oranın müdürlüğünü yaparken de emekli oldum... Bildiğim kadarıyla sizin dernekçilik çalışmalarınız da oldu. Ondan da bahseder misiniz?

Orta Anadolu Köy Öğretmenleri Derneğini Kurduk:

O günlerde batı Anadolu'daki öğretmenler "Ege Köy Öğretmenleri" adında bir dernek kurmuşlardı. Biz de Kayseri’de ”Orta Anadolu Köy Öğretmenleri” derneğini kurduk. Derneğin kurucuları arasında Nurettin diye bir arkadaş vardı, Bünyan'lı Ali Kara vardı, Sarız'lı Mehmet Çelik vardı, İbrahim Beyazıt vardı. Arkadaşlar derneğin başkanlığına beni getirdiler. O günlerde ben Hisarcık’ta çalışıyordum. Derneği kurduk.

Türkiye çapında 21 tane Köy Enstitüsü olduğu vakit 17.000 kişi mezun etti. Gerçi ondan sonrakiler de Enstitü ruhunu aldılar, onlar da çok iyi öğretmenler oldular. Bir ara ben Salih Avgun Paşa İlkokulu’nun müdürlüğünü yaparken, bu okul aynı zamanda tatbikat okuluydu. Pazarören Öğretmen Okulu’ndan öğrenciler bizim okula tatbikata geliyorlar. Bir de şehir içinde Kız Öğretmen Okulu var. Oradan da tatbikata geliyorlar. Üniteyi veriyorsun, ”buyur kızım dersi anlat". Kız yetişmemiş ki, yönetim öğretilmemiş, kıza öğretmenlik öğretilmemiş. Ama Pazarören'den gelen talebeler dördüncü, beşinci sınıf öğrencileri böyle eke bir öğretmen gibi konuyu anlatıyorlar.

O kadar güzel yetişmişler ki. Şimdi fark şurada; şehirdeki Öğretmen Okulunun tatbikat hocaları, meslek dersleri hocaları geliyor ”Mustafa Bey emaneti sana, şurada benim bir işim var ...” diyor gidiyor. Çocuk dersi nasıl veriyor, İyi tarafı ne, nerde hata yapıyor görmüyor. Hâlbuki bizim yetişme tarzımız öyle değildi. Metot hocalarımız vardı. Pedagojik bilgileri çok yüksekti. Biz ders verirken notunu alır, kritiğini yapar, bize yön verirlerdi. Pazarören’deki uygulama hep böyleydi. O günkü 4274 sayılı kanuna göre Enstitü mezunu öğretmenlere 20 lira gibi çok cüzi bir maaş veriliyordu. Fakat geçimlerini temin etmeleri için köyün mevcut şartlarına göre 20 dönümle 50 dönüm arasında arazi veriliyordu. Bir de bu araziyi iyi işletmek için hayvan veriliyordu. Bana köyümde 200 dönüm arazi verildi.

 Köyün okulu ve öğretmen lojmanı yapımı için büyük ölçüde köylülerden yardım alınıyordu. Çünkü devlet bu işlere yetişemiyordu. Bu durumda köylü gelen öğretmenlere karşı soğukluk duyuyordu. Çünkü onların gözünde hem arazileri alınıyor hem de bina yaptırılıyordu. Büyük köyler bunu kolaylıkla yapıyordu fakat küçük köyler çok sıkıntı çekiyordu. Bu yüzden hakkımızda büyük bir karalama kampanyası başlattılar.

Hasan Ali Yücel ve Köy Enstitülerine solcu damgasını vurdular. Oysa Hasan Ali Yücel, Cumhuriyet tarihinin gelmiş geçmiş en idealist en devrimci Maarif bakanıydı.l947 seçimlerinden sonra kurulan Şemsettin Günaltay kabinesinde Şemsettin Sirer diye birini Maarif Bakanlığı’na getirdiler. Bu zat sanki Köy Enstitülerinin aleyhine kurulmuş bir tuzak gibiydi. Sürekli Enstitüler aleyhinde beyanatlar veriyordu. 1947 yılında Köy Enstitülerinin programı değiştirildi. Diğer öğretmen okullarının programı ile aynı seviyeye getirildi. O zaman Köy Enstitüleri fiilen kapatılmış oldu.

Bazıları bunu 1950’li yıllarda kapatıldığını zanneder. Hayır, 1947 yılında kapatıldı. Yalnız Tevfik İleri’nin Maarif bakanı  olduğu dönemde adı değiştirildi. Programı zaten değişmişti, Köy Enstitüsü olma özelliği kalmamıştı.

1947 yılında yapılan değişiklikle öğretmenlere verilen arazileri de hayvanları da geri aldılar. Ama herhangi bir maaş ayarlaması yapmadılar. Bu yüzden öğretmen arkadaşlar çok sıkıntı çektiler.

Bize bu damgayı vuranlara niye mani olmuyorsunuz? ” dediğimizi hatırlıyorum. Ben mezun olup geldiğim vakit kendi köyüme tayin oldum. Benden evvelde bir öğretmen vardı. Cumhuriyet döneminde köyümüzde her zaman öğretmen oldu…

  “Sayın Mustafa Kurmel öğretmenim iş hayatında da başarılı olmuş birisi olarak biraz da kurduğunuz şirketlerden ve Pazarören Köy Enstitüsünün etkisinden bahseder misiniz”?

“Doğrusunu istersen Ali Salman Bey, hepimiz de yaptığımız işlerde başarılı olduk. Bunda benim bir Köy Enstitüsü’nde okumuş olmamın etkisi olduğunu düşünüyorum.  Sayın Salman, senin de iyi bir iş yaptığını görüyorum. Ayaklarına sağlık buralara kadar geldin, başarılı olmanı yürekten diliyorum”...

Salman: - Teşekkürler öğretmenim… Dedi, sohbet  sona erdi.. 

KASIM 2012/ADANA

 Kaynak: Pazarörenli Yıllar Kitabı, Derleyen: Mimar Ali Salman

Not: Zilemiz Yerel ve Kültür Araştırmaları Platformu (İnşaat Mühendisi) İbrahim Kozanoğlu ağabeyime bu güzel yazı dizisi için çok teşekkür ederim.(M. Orhan Cebeci )