Selda AVCI

    Selda AVCI

    TUZLU KAHVE..

    MUSALLA TAŞI!

    19 Nisan 2021 - 13:21


    Son günlerde etrafımda genç yaşlı, güzel çirkin, zengin fakir demeden o kadar çok hayatını kaybeden insanlara şahit oluyorum ki!Gün geçmiyor ki bir ölüm haberi almayalım.

    Telefonuma geceden gelen bir mesaj var ise şayet sabah onu korku içinde açmaya başladım. Acaba yine kim öldü diyerek. Bu günlerde etrafımda sıkça rastladığım bir biri ardına ölümler beni gerçekten çok etkiledi.


    Çember daraldı mı acaba diye düşünmeden edemiyorum!

    Belki bizim içinde sayılı nefeslerin tükendiği son yolculuk zamanı yakındır ha bellimi olur...
    Şunun bilincindeyiz ki ölüm bizim için bir son değildir. Sadece bize verilen sayılı nefeslerimizi tükettiğimiz, fani hayatın son bulması, baki hayata, yani gerçek ve ebedi hayata açılan yeni bir kapıdır. Peki, bizler mi bizler sadece bu yalancı dünyanın göz boyayan yalanları ile bir müddet daha oyalanan fanileriz!

    Giderkende sadece nasip olursa şayet bir top kefen ile gidebileceğimiz.

    Tıpkı rahmetli Barış Manço'nun ''yaz dostum altı üstü beş metrelik bez için'' dediği gibi... Ömür, ezanla namaz arası kadardır. Bu yüzdendir ki hayat, ne kırmaya, ne de kırılmaya gelir...

    Hayatımızda önemli yere sahip olan en yakınlarımız, canımız, ciğerimiz diye tabir ettiğimiz insanlar hayatını kaybettiği an, sanki bir daha hiç yaşayamayacakmışız gibi oluruz. Oysa öyle olmaz, çünkü yaşayan için hayat devam ediyor ve  öyle yada böyle yaşanıyor
    .

    Seni hiç unutmayacağız, hiç unutmayacağım dediğimiz insanların acısı hiç birimizde ilk gün ki tazeliği gibi kalmaz. Herkes unutulur, hayat, meşaggat ne yazık ki unutturur!

    Ama biliyor musunuz acı sadece sahibini acıtır. Neden mi?
    Çünkü ateş sadece düştüğü yeri yakar.

    Kimse vazgeçilmez veya yeri doldurulamaz değildir ki bu hayatta.

    Sadece boş bir dünyada dolu gibi yaşayıp, oyalanmak işte bizimkisi...

    En yakınımızı örneğin; anne babamızı, aile fertlerimizden birini kaybettiğimiz zaman sanki dünyamız başımıza yıkılır. Kor bir ateş düşer içimize ve yaktıkça yakar bizi...

    İlk gün kaybettiğimiz kişinin acısının tarifi yoktur o gün bize çok zor gelir değil mi?
    İkinci gün ise ilk gün ki acı çok az da olsa hafiflemeye başlar. Üçüncü gün biraz daha hafifler. Her geçen gün acının şiddeti de azalmaya başlar.

    Yavaş yavaş normal yaşantımıza yönelmeye başlarız.

    Bir hafta sonra ise bir daha  hiç konuşamam, gülemem, yaşayamam dediğimiz kişilerin kaybı bile biraz daha hafifleme başlar içimizde.

    Öyle ki, anne baba acısı çok zor bunu yaşayanlar bilir. Onların yokluğu bile bir müddet sonra hafiflemeye başlıyorsa, sadece tanıdığımız kişilerin acısı çok daha az hasar verir her birimize. Ha bu arada ana baba acısı bambaşka bir acı ömür boyu geçmeyen, içinde kanayan yara olan ve durmadan kanayan bir yara!

    Hani meşhur bir söz vardır ya, en iyi türkü kırk gün söylenir diye. Hele de günümüzde, kırk gün anılmayı bırakın, toprağımız kurumadan unutuluverir adımız, sanımız.

    Ölme yoksa, öldüğün anda senin için perde  kapandığı an unutulmaya mahkumsun!
    Ölenle de ölünmüyor deriz ve yaşantımıza kaldığımız yerden devam ederiz. Çünkü öyle yada böyle yaşayan için hayat devam ediyor deriz. Ne acı değil mi unutulmak? Yok sayılmak! Kimsenin umrunda olmamak! Yapılan haksızlıklara sessiz kalmak!

    Çünkü bu devrin insanları çok vefasız olmuşlar. Hep sen fedakarlık edersen severler seni. Yani sen iyiysen iyiler. Hele kötü olda bak gör neler yaparlar. Hani kula vefası olmayanın hakka vefası olmazdı ya! Biz bunu mu unuttuk? Neden böyle vefasız insanlar olduk ki? Yoksa her canlının tadacağı ölümün bize gelmeyeceğini mi düşünüyoruz.

    Annem rahmetlinin bir sözü vardı ''gelin gelmeyen ev olur, ölüm gelmeyen ev'' olmaz derdi. Nur içinde yatsın.

    Hiç bir şeyin hatrı da sayılmıyor ki artık! Yaşanmışlıklara saygı sıfır, alt etme çabası ön planda! Yapılanlardan pişmanlık duyulmuyor, vicdanlar zerrece sızlamıyor. insanların adeta kalbi kararmış. Kendinden başka hiç kimseyi düşünmüyorlar. Kırıp, incittikleri bile umurlarında değil! Nasıl bir dünya oldu burası böyle, hep yalan, hep riya, hep acımasız, vicdansız insanlar sardı etrafımızı.

    Biz bu dünyada ne ekersek onu biçeceğiz ya, bunu unutuyor muyuz ki acaba?

    Kimse yaşattığını yaşamadan da ölmüyor bu hayatta,bunu sürekli hatırlamamız, kulağımıza küpe etmemiz gerekmez mi?Hem öyle olursa kimsenin canını da yakmayız.

    Kime kaldı ki bu yalan dünya, şöyle bir bakın etrafınıza! Dünyanın en zengini, en güzeli olsan da yine de bu yalan dünya ne sana, nede bana kalmaz,kalmayacak ta! Dünya hayatı geçicidir, renklerine kanmamak gerek. Gafletten uyanmak gerek!

    İnanın bana bu dünya kötü olmaya değecek kadar uzun değil. Bugün varsın, yarın yok. O musalla taşında bir gün sen,ben,o,bu, şu olacak. Bizim içinde nasıl bilirdiniz sorusu sorulacak.İşte bu kadar olacak bizim için hayat denen bu oyun...Hiç yaşamamış gibi olacağız o andan sonra. Haklarınızı helal edin denilecek. Ya geride haklarını bize helal etmeyecek insanlar bırakırsak Allah muhafaza, o zaman vay halimize vay!

    Hepimiz birer misafiriz bu hanede. Ne mal kalır, ne makam. Gidince arkandan iyi insandı deniliyor ise işte tüm servetin de budur zaten!

    Gelin biz değişime kendimizden başlayalım. Biz hep birlikte güzellikleri ekip,etrafımızdan sevgi biçelim, empati tohumları ekelim, dostluk biçelim. Dünyayı belki biz yeniden güzelleştire biliriz belli mi olur? Bir yerden değişmeli bu gidişat bunun için çaba sarf edelim. Birlilkte düzeltelim kimseye kalmayan, bozulan bu yalan dünyayı! Saygıyla...

     

    FACEBOOK YORUMLAR

    YORUMLAR

    • 0 Yorum